11 Aralık 2013 Çarşamba

Bugün 11.12.13

Bugün 2013 yılının 12. ayının 11. günü. Sevdiğim mevsim, yılın ilk karı, içim enerji dolu.

Bugün ardışık sayı, bugün yazı yazmak lazım avaz avaz.

Bugün 5 seneye yakın haksız yere hapis yatmış “Demokrasi” ödülü olan bir gazetecinin ailesi ile geçirdiği ikinci günü.

Bugün beni temsil etmediği için şükrettiğim, ama onu seçerek meclise gönderenler adına utanç duyduğum “vekil bozuntusu”nun meclis çatısı altında ağza alınmayacak küfürler ettiği gün. Oto-kontrolü olmayan insandan HERŞEY beklenir, böyle bir adam tecavüz de eder, adam da öldürür.

Bugün Galatasaray'ın Şampiyonlar liginde Juventus’u yenerek tur atladığı gün. Bugün sevinçliyiz çünkü Türkiye’de farklı takımlar, uluslararası arenada her Türk takımı için çarpar kalbimiz.

Bugün benim için her şeye rağmen insanları anlamaya çalışma ve onları sevme günü; kendim dahil herkesi affetme günü.

Bugün, dün yana yakıla dilediğin tiramisunun yemekhanede çıkmasına sevinme günü, düşünce gücüne gitgide inandığım. Bugün beyaz, bugün huzur, bugün kış, film, kitap, huzur… 

Bugün 2013 yılının 12. ayının 11. günü.

Herkese hayallerine bir adım daha yaklaşacağı bir gün diliyorum..

30 Kasım 2013 Cumartesi

LOVE ROUTINE, HATE ROUTINE

Routine is peaceful yet scary.

One morning you can just wake up and say "Hey, today I will do everything differently" and you just use another route to work.

Well, not much to say about routine and below is what I feel about it.




Styling and Modeling: Özge Çelik
Photographs: Nilay Aslan

12 Kasım 2013 Salı

El izleri


El, insan vücudunun ve kişinin özelliklerini yansıtan en önemli organlardan bir tanesidir. Kişinin vücut sağlığına dikkat edip etmediği, mesleği, genel hassasiyet durumu gibi pekçok şey ellerinden anlaşılabilir. Elde irili ufaklı yirmi yedi tane kemik vardır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/El)

Bir bebek gelir dünyaya. Görmez, bilmez, korkar..avuçlarının içinde hisseder annesinin parmağını, sıkıca kavrar elleriyle. Anneyle, insanla, doğayla ilk temasıdır o ve hiç kimse söylememiştir ona elini veren birinin parmağını sıkıca kavramasını. Elleriyle tanışır anneyle ve dünyayla, sıkıca tutar bırakmaz.

Birbirini tanımayan iki kişi elini uzatır birbirine. İlk izlenim o anda edinilir, mesafeli midir karşıdaki, ilgili mi, samimi mi o an bir fikir edinilir. Eski zamanlarda insanların silahsız olduklarını kanıtlamak için birbirlerine ellerini göstermesiyle oluşmuştur bu tanışma ritüeli aslında. 

İki dost oturmaktadır yan yana; birinin eli diğerinin omzunda. Konuşmaya gerek yoktur. “Yanındayım” der dostu ihtiyacı olana bir dokunuşla. “Geçecek” der, “güçlü ol” der, “dert etme” der. İhtiyacı olan kişi neyi duymak istiyorsa onu der omuzdaki o el.

Bir çiftçi elleriyle tohum serper bereketli topraklara. Elleriyle sular, elleriyle çapalar, elleriyle bakar. Makineler hiçbir zaman tamamıyla yerine geçemez o ellerin. Toprak demek el demek, el emek demektir kanımca.

Ellerini gökyüzüne kaldırır isyan eder, dua eder, umut eder, şükreder insanoğlu. Ellerini yüzüne kapatarak şaşırır, utanır, ağlar, gizler, sevinir. El ele tutuşarak aşkla tanışır iki küçük kalp. Ele ele tutuşup yürür iki küçük dost. El izleri insanın her yaşında, hayatın her yerindedir.

“El ver” deriz yardım isteyince, “el at” deriz şu işe, “el emeği göz nuru”dur, “el işi”dir çoğu zanaat. “El ele verip” üstesinden geliriz sorunların, “el elden üstündür” deriz gurur yapmadan. “El sallarız” birbirimizi bir kez daha görmeyi umut ederek.

Işıkla, renkle, gölgeyle, dokuyla, hareket ederek, şekle girerek eller çok yakışır fotoğraflara. Fotoğraflarımda başrol bu sefer ellerde.









Not: El modelliğimi yapan Gözde Varışlı'ya teşekkürlerimle:)

24 Ekim 2013 Perşembe

Tatil, bisiklet ve sonbahar

Kuşadası-Gün Batımı
Kendini işsiz sanacak kadar çok uzun süren tatil biter. Kilo aldığını fark edersin.  Yemek yapma, düşünme, fotoğraf çekme, öylesine durma ve tekrar düşünme fırsatın olmuştur bolca. Senden hiç bir şey beklenmemiştir bu süre zarfında, hiç bir sorumluluk yoktur omuzlarında. O yüzden, bolca düşünürsün mutlu musun, beklenti içinde mi, pişman mısın, müteşekkir mi..,

Bazı duygular keşfedersin içinde, aynı bisiklete binmek gibidir bu hisler de: uzun süre içinde hissetmediğinden gitmiş sanırsın ama bir gülüş, bir söz, bir tadla geri döner. Birazcık için sızlar sonra gerçek dünyaya dönersin o hislerin cazibesine kapılmadan; çünkü arkasından gelecek gözyaşları korkutur gözünü. Birazcık anımsayıp güzel yanlarını hissettiklerinin, birinin arkasına bile bakmadan çekip gitmesini izler gibi öylece izlersin. Bisiklet sürerken rüzgarın yüzüne çarpması sarhoş etmiştir zamanında seni de, bir daha bisiklete binmek istemeyecek kadar kötü düşmüşcesine veda edersin o hislere işte.  

Yoğunluktan bunları düşünmeye fırsatının olmadığı, seni içine alan, yoğuran, değiştiren, özlem dolu ama yenilikleri de içinde barındıran ve sürprizleri olduğunu umduğun şehir artık seni çağırmaktadır. Dönüş valizine tüm getirdiklerinin yanında bu duyguları yerleştirip o şehre koşarsın. Umut ederek; bir gün bisikletten düşmüş birinin bisiklete korkmadan binebilecek cesareti tekrar içinde hissedebileceğini. 

Nice uzun, kafa dinlemeli, sorgulamalı tatillere..


Şirince yolları-Basmaya kıyamam

17 Eylül 2013 Salı

Eylül'de Murakami Başkadır



Bu yıl çabucak Eylül oldu, Eylül oldu ve hava çabucak soğudu. Eylül her sene olduğu gibi bu yıl da huzur dolu.


Bu yılki Eylül’üme Haruki Murakami damgasını vurdu. Yazın okunan 1Q84’ün etkisiyle, “Sputnik Sweetheart”ı bitirdim, yetmedi Sahilde Kafka’ya başladım bu ay; ve öteki dünyaların öyküleri yeni yeni soğumaya başlayan, bir ılık bir serin, kararsız havaya çok yakıştı! Bu Eylül Haruki Murakami’nin kitapları Hermann  Hesse’in yanında yerini aldı en favorilerim arasında.


Hermann Hesse’in hikayelerindeki “büyünün” farklı bir coğrafyaya uyarlanmış halini buldum Murakami’nin kitaplarında. Çok mutlu oldum! Sidarta ile Hindistan’a gitmek istemiştim 13 yıl önce, şimdi koşa koşa Japonya’ya!


Kitapta anlatılan Japon karakterleri canlandırdım kafamda, kitaptaki kahramanların dinledikleri müzikleri dinledim tekrar tekrar. Kitabı sadece okumadım..merak ettim-okudum, okudum-şaşırdım, şaşırdım-hayran oldum, hayran oldum-araştırdım, araştırdım-öğrendim kitabı okudukça.


Bu Eylül de şaşırtmadı beni huzur doldu, bana yeni başlangıçlar sundu.


Şimdi sıra tüm koşturmaca ve telaşın ardından karbeyaz Ocak’ta.. O zamana kadar herkese huzur dolu bir sonbahar diliyorum!


İlk göz ağrısı..1Q84

Milan-Sputnik Sweetheart

Sıradakiii!
Trende Murakami keyfi:)


9 Ağustos 2013 Cuma

Herşeye rağmen bayramdı.


Bayramdı..

Bazıları için "huzur" kelimesinin hissedilmeden iletilen bir kısa mesaj içinde kullanılmaktan ibaret olduğu, bazıları için bir domates tarlasında sabah erkenden domates toplamaya gidilen öylesine günlerdendi aslında.

Bayramdı, babası ömür boyu hapse mahkum edilen evlatlar, çocuğu evden çıkıp bir grup cani tarafından dövüldüğü için geri dönememiş, umarsız bir kurşuna kurban gitmiş kardeşler, birbirini anlamak yerine sürekli eleştiren, kavga eden, yargılayan kitleler vardı. Ama herşeye rağmen bayramdı işte...

Bayramdı, herşeye inat, yanında olmak istediklerimizin yanına koştuğumuz, yanımızda olmak isteyenlerin. Bir saat daha erken görüşebilmek için size sitem edebilecek insanların olması hayatınızda güzeldi.

Bir sene önce bugünü hatırlayıp, şimdiye şükretmek ve geleceğe daha umutla bakabilmek birlikte..

Bayramdı, sevginin herşeyden daha değerli olduğunu bir kere daha hissetmek, yazmak, okumak, anlatmak için yeni bir fırsat. Yeni tanıştığın yaşlı bir kadının, sırtını sıvazlayarak güzel sözler söylemesinin içini ısıttığı..

Bayramdı, arkadaşının mutlu günü, diğerinin koşturmacası, bir annenin yorgunluğu, çocukların neşesiydi.

Bu yazıyı okuyan herkese, nice, dolu dolu ama gerçekten ve herşeye rağmen HUZURLU bayramlara...

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Empati yazilari - 1





"Hikayelerini bilmediklerimizdir en çok düşman olduklarımız" (Slavoj Zizek)


Bu cumle, empati hakkinda yazilacak onlarca sayfanin ozeti aslinda..cunku empati yapamadiklarimiz aslinda tam olarak anlayamadiklarimizdir. "Neden oyle diyor", "Neden oyle yapti", "Neden beni anlamiyor" diye hep soru isaretleri vardir empati yapamadigimiz insanlar icin kafamizda. Ve hemen kendimize gore veririz cevaplari. Onyargilarimiz yuzunden ve olaya karsi KENDI bakis acimiz cercevesinde baktigimizdan, karsimizdaki insani anlamadan, aslinda ondan almamiz gereken ama KENDI yarattigimiz o cevaplara inaniriz.

Arkadas, aile, komsu ya da yoldan gecen bir yabanci hic farketmez. Empati yapabildigimiz zaman kazaniriz bir insani. Empati yapamayip kendi dar cercevemizde kalinca da kaybederiz, yipratiriz her turlu iliskiyi.


Dedim ya en basta..Yazacak, soylenecek cokca kelam var bu konuda. Empati benim tek kelimelik mottom insan iliskilerinde. Hatta empatiyi abartip kendime zarar vermemem gerektigini ogrenmeye calisan bir insan olarak, hem de empati yapmayi insanlara ogretmeyi kendine misyon edinmis biri olarak buraya kucuk bir not duserek baslamak istedim bu konudaki yazilarima. Cok basit, tek sormaniz gereken "onun yerinde olsam, onun icinde bulundugu kosullar icerisinde bulunsam ne hissederdim, ne yapardim?". Sonrasi kendiliginden gelisiyor zaten, hersey duzeliyor.


Ozellikle sevdiginiz insanlara sikica tutunun, ve onlara kizinca kendinizi onun yerine koyun. Hikayesini bilin, dusman olmayin..Ictenlikle kalin!





22 Nisan 2013 Pazartesi

Sweet and sour beef with mushrooms



Ingredients:

400-500 g beef - cut into small pieces
10 mushrooms - sliced 
Some spring onions and/or onions finely sliced
A clove of garlic
2 teaspoon sliced ginger
Vegetable or sesame oil to fry

To marinate the beef:

2 table spoon brown sugar
2 table spoon soy sauce
1 table spoon white wine or rice vinegar
1 table spoon balsamic vinegar
1 table spoon corn flour
Preparation:


Mix the sugar, soy sauce, wine or rice vinegar, balsamic vinegar, corn flour and marinade the beef in it for 45 minutes.

Heat oil in a hot wok or heavy based pan.

Add the beef and stir-fry for one minute, stirring constantly to prevent beef from sticking together.

Remove the beef and leave the remaining oil to stir in garlic, ginger and onions and cook on medium heat for 1 minute. Stir constantly.

Return beef to the wok and stir-fry for 2 minutes. Cover and cook until the sauce is sticky.

Bon apetit :)



21 Mart 2013 Perşembe

Siir gunu hatirina siir tadinda



"Balkonumdaki sumbulum acti mi bahar gelmistir"
Siir gunuymus bugun,ayrica  ekinoksmus, "down sendromu farkindalik haftasi" ve nevruz ayni zamanda.. Ayni gunde kocaman anlamlar. Martmis aylardan, baharmis mevsimlerden, gun guzel gecmis ve dostlarla keyifli bir sohbetle bitmis.

Keyifli bir sohbetle bitti gun ve ben daldim dusuncelere. Hayallerimi aldim elime, geldim evime.. Dileklerim hep dilimde; yanimda olmak isteyen insanlar yanimda olsun ve iyi insanlar.. ve HUZUR olsun.  Oykum kaldigi yerden devam etsin.

Siir gununuz kutlu olsun!

EVRENSEL BALLAD

Bir öykümüz olsa, duyan öyküsü sansa..
Öykümüz böylece dallanıp-budaklansa..
Bir sevi'den, bir övü'den, o bizim öykümüzden
Giderek buluşan eller evreni sarsa..
Öykümüz de büyür büyüklüğümüzden;
Herkes sevi'sinde evreni kucaklarsa.


Ozdmeir Asaf

14 Mart 2013 Perşembe

Bir plaza calisaninin orguyle imtihani..


Bir bereyle baslayan orgu hevesimi ilerletmekti sadece amacim. Hic dank etmedi ki bir bereyi bile 1 hafta10 gunde bitirebilmem. E yun de almistim birsuru Eminonu’nden. Once ‘selanik modeli’ nasil orulur youtube araciligiyla bir guzel ogrendim. Sonra 100 ilmek at, dumduz or, yeterli uzunluga gelince ucunu birlestir tak boynuna. Yani ben oyle saniyordum..
Disari cikmaya mecalim olmadigi bir gun basladim ormeye is donusu. Bilgisayarda aylardir bitiremedigim dizinin 4. sezonu acik. 1 bolumde ancak 5-6 sira orebildigimde nasil bir ise giristigimi anladim. 'Oyle annelerin, teyzelerin ordugu kadar hizli olmayacak bu is anlasilan' dedim. Sonra 1 hafta gecti ben tekrar sislerimi aldim elime. Bu sefer kararliydim, oyle 2-3 sira orerek bitmeyecekti bu boyunluk. Siz deyin uc ben deyim dort saat sonra bitti boyunlugum. Cok da hos oldu. Ama ertesi gun cikti acisi ortaya; omuz boyun iptaldi, ustelik gunlerden Pazartesi!

Bir de ‘ne oldu’ diye soranlara ‘orgu ordum uzun sure, boynum tutuldu’ deyinceki bakislari paha bicilemez..Plaza insanisin sen orgu senin neyine di mi, haftasonu Uludag’a git, Yoga yap, ne biliyim birsuru moda hobi var. Neyse ki yilda bir iki wakeboard yapiyorum da kurtariyorum karizmayi.

Orgu? Tabi ki yine orecegim! Daha sirada gelecek kis icin orecegim sari angora kazagim var. Ama bu sefer yavas yavas, onumde daha on ay var..Agrisiz, sizisiz bol hobili gunler:)
 

3 Mart 2013 Pazar

Göz G-öre G-öre biter kış!

Şubat ayında çocukluğumda annemden öğrendiğim ama simdiye kadar zaman ayiramadiğim “örgü”ye ağirlik verdim; bu sayfaya “Her Telden” demenin hakkini vermek adına ;)

Kis mevsimini uğurlarken ördum de ördum. Kötü düsünceler aklima giremedi ben hangi ilmeği ne yapacağimi,  kac sira öreceğimi,  ne renk yun kullanacağimi dusunmekle meşgulken!  Ve ortaya sevimli berelerim, dusunduğumden biraz daha büyük ama yine de kullanisli boyunluğum cikti :)

Orgü örmeye baslamam Aydin'da ablamla alisveriş yaparken başladi. Bu beyaz ve lacivert yumakları aldim boyunluk örebilmek icin.

Oncesinde model denemeleri yapmak icin saatlerce örüp ve 4-5 kere zamanima yana yana ördüklerimi söktüm. Sonradan sadece lacivert yünlerim icin ve 6 sira harosa 3 sira düz seklinde örüp boğum boğum görünen bu bildigim modeli sectim. Annemin de yardimiyla kış bitmeden kullanabildim.


Sonra tamamen benim kendi emeğimle  beyaz ve kircilli yumaklardan olusan ponponlu beremi ördüm. 60 ilmekle baslayip beyaz kismi lastik olarak ördükten sonra ilmekleri 2 kati arttirarak kircilli yüne geçtim. (120 ilmek olacak sekilde) Bir sira 6 düz  4 ters, bir sira tamamen ters seklinde örerek son 5 parmak uzunluk kalinca her sırada 2 ilmekte 1 ilmek keserek örgüyü 50 ilmege düsürdüm.


Berenin en zevkli kismi ponpon yapmakti :) 2 adet tekerlek seklinde kesilmiş karton parcasina ipi dolayip keserek pofuduk bir ponpon olusturdum (youtube'da detayli anlatimlar var)


Hemen aksamina beremi takabildim :)


Sirada sari angora yunlerimle öreceğim kazak var. Onu da ancak gelecek kişa bitirip giyerim sanirim.

Bol hobili, stressiz gunler!


14 Şubat 2013 Perşembe

Hayat Bahanelerle Güzel

Çok önceleri, nerede ne zaman okudum hatırlamıyorum ama insanlar sahip oldukları bilezik, saat, yüzük gibi bir eşyayı kaybettiklerini öğrendiklerinde hissettikleri “anlık” acıyı (süreden de emin değilim de) birkaç gün hissetmeye devam etseler ölürlermiş. Bu ve benzeri ne çok durumla karşılaşıyoruz büyük, küçük ne çok acı yaşıyoruz. Kötü sözler, gidişler, vefasızlıklar, unutulmalar, keşkeler, niyeler, ümitsizlikler, bekleyişler,…derken koşturmaya devam ediyoruz işte. Çünkü kendimizi korumak için her yaşta, yaşamın her anında, her durumda kullanabileceğimiz bahanelerimiz var.

İyi ki de var. Yoksa aynı bedensel olarak kötü hissettiğimizde psikolojimizin de kötü etkilendiği gibi, psikolojik olumsuzluklardan da bedenimiz etkileniyor ve hastalık belirtisi olarak tepki veriyor. Hatta buna tıpta “somatoform bozukluk” deniyor; yani bu linkte açıklandığı şekilde psikolojik acının bedenselleştirilmesi.

Bugün sevgililer günü ve “sevgilimin olmayışı hiiiç umrumda değil; hem kapitalizmin oyunları bunlar” diyerek her duruma, koşula uygun, her yaşta insanın kullanabileceği ve kendimizi iyi hissetmemizi sağlayacak bahanelerimizi aşağıda sıralıyorumJ

Planladığımız tatili yapamayınca: Seneye daha erken planlar giderim zaten uçak biletleri çok pahalıydı.
Beklediğimiz mesaj gelmeyince: Belki de benim mesaj atmamı bekliyordur, ben atayım.
İstediğimiz elbiseyi alamayınca: Modası geçince giyemeyecektim, istediğim rendi de yoktu.
Bir dersten kötü not alınca: Gelecek dönem düzeltirim.
Sevgilimizden ayrılınca: Kendi kaybeder.
Aldatınca: Bir anlıktı, onu sevmiyorum, seni seviyorum, bir daha olmayacak.
Aldatılınca: Bir anlıktır, beni seviyor ve şuan benimle birlikte, hem bir defadan bişey olmaz.
Hakkında dedikodu yapılınca: Kimin hakkımda ne düşündüğü önemli değil.
İşten ayrılınca: Sevmediğim işi yapamazdım.
İşten ayrılmak isteyip ayrılamayınca: Şu şartlarda iş bulmak zor, hem belki de gittiğim yerde daha mutsuz olacağım.
Çocuğun tembelse: Zeki ama çalışmıyor.
Çocuğun yaramazsa: Hiperaktif benim çocuk, fazla zekadan oluyormuş.
Erkek arkadaşın çirkinse: Ama çok sempatik
Kız arkadaşın çirkinse: Ama çok iyi bir kız.
Kiloluysan: Ne yesem yarıyor, aman ben bu şekilde mutluyum.
Zayıfsan: Yiyorum yiyorum kilo alamıyorum, aman ben bu şekilde mutluyum.
Kocan eve geç geliyorsa: Çok çalışıyor, işkolik benim kocam.
Fotoğraf kötü çıkınca: Hiç fotojenik değilim.

Ve her koşula uygun bahanelerimiz DÜNYANIN SONU DEĞİL Kİ ve HERŞEYDE BİR HAYIR VARDIR..

Bu gibi bahaneler bulun işler yolunda gitmeyince. ya da bir şekilde kendinizi şımartın!

Şu tatlıyı yerken dünyayı unuttum ben geçen mesela!
Kafanıza hiçbir şeyi takmayacağınız, güzel bir gün diliyorum..

25 Ocak 2013 Cuma

Ocak bitmeden..



Belki doğduğum ay olduğundan, belki de kış insanı olduğumdandır bilemem ama Ocak ayı içimi ayrı bir huzurla doldurur.
Ocak ayı beyazdır, sakindir ve bana hep çocukken babamın anlattığı masalları hatırlatır. Eskiden tüm o masalları babamın benim için yazdığını ve o masalları bir tek benim bildiğimi düşünürdüm-- demek küçükken başlıyormuş kendimizi özel hissetme isteğimiz… ki bu konu başlı başına başka bir yazı konusu:)

Ocak ayı beyaz olduğu kadar da masalsıdır benim için. Ocak ayında karlar kraliçesi çıkar beyaz kalesinden dışarı. Ve yine Ocak ayında prenses krala onu tuz kadar çok sevdiğini söylediği için saraydan kovulur.

Ocak ayında açan çiçek çok kıymetlidir, içilen şarap, açan güneş, yaslanılan omuz, içilen sıcak çorba…her anın tadına varacağınız bir kış diliyorum.

Bahsettiğim masallar:
The Snow Queen - Hans Christian Andersen http://en.wikipedia.org/wiki/The_Snow_Queen
(Ayrıca Disney bu masalı film yapıyor. Film “Frozen-The Snow Queen” adıyla 2014 (hem de Ocak'ta!) Türkiye'de gösterime girecekmiş: http://www.imdb.com/title/tt2294629/?ref_=fn_al_tt_2)

Tuz prenses (bu hikayenin birkaç versiyonu var. Ama benim hatırladığım versiyonunu Google da bulamadım o yüzden link vermiyorum. Benim hatırladığım versiyonunda, babasını tuz kadar sevdiğini söyleyince saraydan kovulan prensesi koruyan ve haklı olduğunu göstermek isteyen bir peri, kralın ülkesini lanetliyor ve ülkede tuzların hepsi yok oluyordu!)